Düşünce Gücü


Her şeyin potansiyel olarak var olduğu ancak kendisini madde olarak ifadelendiremediği sonsuz, sınırsız bir okyanus hayal edelim. Hiçlik...Hiçliğin kendini düşünerek tasarladığı ilk farkındalıklı yaratım 'sıfır noktası'dır. 'Sıfır' hiçliğin ilk çocuğudur. Düşünce yoluyla tasarlama anlamında atılan ilk adımdır. Düşünce yoluyla tasarlama başladığında; tüm zamanları kapsayan enerjik bir genişleme gerçekleşir.

An'da bir şey değiştiğinde geçmiş ve gelecek de değişir; geçmiş içinde bulunduğumuz an'a getirilir çünkü tüm zamanlar şimdiki an'da mevcuttur. Düşüncelerimiz yoğunlaşmış enerjidir. Geçmişle olan bağı kestiğimizde yani geçmişi düşünerek tekrar tekrar canlandırmaktan vazgeçtiğimizde sadece 'an' kalır ve an'daki yoğunlaşmış düşüncemiz geleceği yaratır. Beynimizin ön lobu; sinir hücresi ağımızdan yansıyanı an'da yapılandırarak geleceğe taşıyan bir ekrandır.  Yoğunlaşmış düşüncemiz ile canlandırdığımız görüntüleri geleceğe taşıyan bir ekrandır!

Düşüncelerimizi odakladığımızda enerjinin içinde çökertir ve maddeye dönüşeceği kalıbı hazır hale getiririz! Bu kalıp değişimin başlangıcıdır!

Bilincimiz üç katmanlıdır en dışta zihnimiz vardır; eleştireldir ve hata arar, onun içinde bilinçaltımız bulunur; anı kayıtlarımız bu alandadır, en içte ise bir çekirdeğe benzeyen süper bilinç bulunur; benliğin en yüksek merkezidir, gerçek kimliğimiz, hazine sandığımız bu çekirdekte kayıtlıdır.

Değişim ve dönüşüme karşı direnç gösterip içinde bulunduğumuz hayata tutunduğumuzda akışa değil zamana bağlı yaşarız. Zamana bağlı kaldığımızda geçmiş ve gelecek algısı ile kendimizi sınırlarız ki bu şekilde yaşamak bizi sürekli zihinde tutar. 

Oysa yaşam bir nehir gibi sürekli akar ve zihin sarmalından çıkamamak nehrin önüne set çekmeye benzer. Zamanda sıkışıp kalmak olarak açıklayabiliriz bu durumu. 

Her şeyin ilüzyon olduğu bu dünyada seyir halinde olabilmek, hayata gözlemci olarak kalabilmek gerekir. Dünya oyunu; oyunun kahramanının tutunmadan, bağımlı olmadan ilerleyerek gelişebilmesi üzerine kurgulanmıştır. Akmayan nehir bulanır. Çünkü bu oyunun amacı; oyunun kahramanının kişisel olarak gelişerek tekamül mertebelerini aşması ve Kamil İnsan olabilmesidir. ..

Tutunduğumuz her şey sınavımızdır ve yaşadığımız her sıkıntı sorgulamayı beraberinde getirerek öz benliğimize doğru bir yolculuk başlatır. Kin, nefret, öfke, kıskançlık gibi duyguları sevgiye dönüştürebilmek ve affedebilmek özgürleştirir. Kendimize değer vermeye ve kendimizi sevmeye başladığımızda tutunduğumuz şeyleri kolaylıkla bırakır ve kendi kişisel gelişimimize odaklanabiliriz. 

Her şeyin bir ilüzyon olduğunu düşünmeye ve tutunduklarımızın aslında var olmadığını hissetmeye başladığımızda kendi içimize doğru bir yolculuk başlar. Değiştirebileceğimiz tek şeyin kendimiz olduğunu idrak ettiğimiz bir yolculuktur bu ve biz değiştikçe dış dünyamız yeniden şekillenir. Dış dünyamızın iç dünyamızın yansıması olduğunu idrak etmek büyük bir farkındalık yaratarak kalbimizdeki kilidi açar.

Temiz ve hassas bir kalbe sahip olanlar her duyguyu çok derin bir şekilde hisseder. Kalbimizdeki bu naiflik gücümüzün kaynağıdır ve yaydığımız sevgi titreşimi bir çok kapalı kapıyı açmamızı sağlayan bir anahtara dönüşür. Kalbimiz sevgi ile titreşmeye başladığında manyetik alanımız öylesine güçlenir ki yaşamımızın kontrolünü elimize almamızı sağlar. 

Zihinsel matrixden çıkmayı başarabilirsek öz benliğimiz ile bağlantı kurmaya başlarız. Öz benliğimiz saf sevgi ve neşedir, kusursuz, tam ve mükemmeldir. Öz benliğimizle kurduğumuz bağlantı sonucu sevgi akmaya başlar ve yaşamımız an'da neşe, keyif, coşku içinde geçen bir yolculuğa dönüşür. Tamamlanma ihtiyacımız kalmadığında; gün gelir bıraktığımız her şey önümüze serilir... 

İhtiyacınız olan soruları sorduğunuzu veya farkında olmadan dile getirerek o enerjiye dahil olduğunuzu fark ettiniz mi hiç? Söyleten kim, düşündünüz mü? İnce bir nokta bu 'Allah istemese isteme duygusunu vermezdi' deriz. Aslında bu durum gerçekliğimizin kendi elimizle şekillendiğini fark ettirir. 

Bir şeyi çok isteyip kalbimizden yayılan derin bir inançla besledigimizde ibadet başlar ve şuurumuzda oluşan görüntü gerçekliğimizi şekillendirir. Bu görüntünün gerçekleşmesi için ilahi sistem gerekli kişi ve olayları organize eder. Fiziksel bedenimiz beynimizde şekillenen bir illüzyondur, bizim bir parçamızdır ancak gerçek doğamız ruhsaldır. Bizler ruhu da olan bedenler değil, bedeni de olan ruhlarız. 

Örümcek ağının kutsal sayılması her birimizin böyle bir iletişim ağına sahip olduğumuzu gösterir. Hz. Muhammed mağaraya saklandığında oluşan örümcek ağı bilinçaltı ile şekillenen dünya yaşamını, iki güvercinin mağara kapısında beklemesi bu ağa saygı gösterildiğini ve koruma altında olduğumuzu gösteriyor olabilir mi? 

Kâf suresi, 16-18. Ayetlerde der ki:

"Üstelik, biri insanın sağ tarafında, biri sol tarafında oturmuş iki alıcı melek de (onun yaptıklarını) alıp kaydetmektedir. İnsan hiçbir söz söylemez ki onun yanında (yaptıklarını) gözetleyen (ve kaydeden) hazır bir melek bulunmasın." 

Mağara; bilinçaltımızın, örümcek ağı; iletişim ile şekillenen gerçekliğimizin ve iki güvercin; iki koruyucunun sembolüdür. Örümcek ağı öz benliği saklayan dünya yaşamıdır. Mimari ve geometrik şaheserler olan örümcek ağlarının amaçlarını gerçekleştirmek için esnek ve sağlam olmaları ancak aynı zamanda da yeterince yapışkan olmaları gerekir. Tüm bunları aynı anda yapmak için bir örümcek, her biri farklı niteliklere ve işlevlere sahip 7 farklı bezden 7 farklı türde ipek üretir!

Ankebut Suresi'nde der ki;

41. "Allah'tan başka (sığınacak, bağlanacak) velîler edinenlerin durumu, tıpkı kendisine (ağdan) bir ev edinen örümceğe benzer. Halbuki evlerin en zayıfı, elbet örümcek ağıdır, keşke bilselerdi!" 

Tüm evren uyanmamız ve öz benliğimize kodlanan isimleri açığa çıkarabilmemiz için bize yardım ediyor. Semboller yoluyla kadim bilgelik aktarılıyor. Dünyayı değiştiremeyiz ancak kendimizi değiştirdiğimizde dünyamız da değişir. Varoluşa enerji göndererek ve varoluştan beslenerek yaşıyoruz. Her birimiz varoluşla derin bir bağlantı halindeyiz ve etkili bir role sahibiz. 

Zaman yolculuğu değişiklikler yaratarak ilerlememizi anlatır. Fransız devrimi, imparatorlukların yıkılıp ulus devletlerin kurulması değişimin bir sonucudur. Değişim olması gerektiği için olur ve kitleler değişime hazır olmadığında acı dolu deneyimler yaşanabilir, insanların olduğu gibi ulusların da bir kaderi vardır. Zaman yolculuğu değişmek ve dönüşmek üzeredir. Dikkatimizi hayatımızda neler olup bittiğine çevirmeliyiz. Gerçekten neye ihtiyacınız var? Olmak istediğiniz yerde ve olmak istediğiniz insanlarla mı berabersiniz? Siz kimsiniz?

Duygularımız yoluyla etki altına alınarak yönetildiğimizin ve seçimler yaptığımızın ne kadar farkındayız? Duygularımızın hücrelerimiz ve zihnimiz üzerindeki etkilerinin ve yaşamımızı nasıl ustaca yönettiğinin farkında mıyız? Zihnimizden geçenleri takip edelim ve o esnada kalbimizin atışlarını dinleyelim, kalbimiz ne diyor? Kalbimizin sesini dinlerken aynı zamanda nefes alıp verişimize ve kaslarımızın verdiği tepkilere odaklanalım, beden dilimiz ne anlatıyor?  

Kalbimiz tarafından pompalanan kan vasıtasıyla her hücremize pozitif veya negatif mesajlar gider. Beyin ve kalp vasıtasıyla bedenimizde dolaşan elektrik elektromanyetik bir alan yaratır ve bu alan biyolojimizi doğrudan etkiler. 

Diyebiliriz ki; ne düşündüğümüz ve nasıl hissettiğimiz; fiziksel, zihinsel ve duygusal imzamızı taşıyan elektromanyetik bir alan oluşturur. Biz bu alan vasıtasıyla dış dünya ile iletişime geçeriz yani iç dünyamız dış dünyamızı şekillendirir. Düşüncelerimiz içinde bulunduğumuz elektromanyetik alanı, içinde bulunduğumuz elektromanyetik alanda düşüncelerimizi şekillendirmeye başladığında kendimizi kısır bir döngünün içinde buluruz. Ayna nöronlar devreye girdiğinde de aynı döngünün içinde sıkışıp kalırız. Doğal olarak bu döngü sağlığımızı da etkiler. 

Plasebo etkisini artık öğrendik, düşüncelerimiz yoluyla biyolojimizi değiştirebileceğimizi biliyoruz. Düşüncelerimiz sağlımız üzerinde etkin bir rol oynar ve negatif düşünceler hasta edip hayata küsmemize neden olurken pozitif düşünceler iyileştirir, gençleştirir ve yaşam sevgisiyle dolu olmamızı sağlar.

Tekerlekli sandalye ile hastahaneye getirilen genç bir hanım perişan durumdadır ve nefes almakta zorluk çekmektedir. Plasebo etkisinin bilincinde olan acil doktoru, enjektöre C vitamini çeker ve hastaya; "Sizin durumunuza özel bir ilaç bu, yurtdışından geldi." diyerek ilacı enjekte eder ve yarım saat sonra hastayı kontrol edeceğini söyler. Döndüğünde hasta ayaklanmış ve düzelmiştir. Bu örnekte çok güzel açıklanan plasebo etkisi için kısaca; telkinle iyileşme hali diyebiliriz. 

Tıp literatüründe plasebo etkisi ile ilgili bir çok çalışma mevcuttur. Bir deneyde; dizleri rahatsız olan hastaların bir kısmı ameliyat edilirken, bir kısmı ameliyat edilmiş gibi kesik atılıp bırakılır. Sonuçta aslında ameliyat edilmeyen hastaların da iyileştiği, şikayetlerinden vaz geçtiği gözlenir.

Tüm bedenimiz dalga formunda titreşen enerjidir, duygu ve düşüncelerimiz sonucu yaydığımız his ile şekillenir. Eskiden bedenimizin kimya sonucu oluştuğu düşünülür ve sadece kimyasal ilaçlarla tedavi edilmeye çalışılırdı. Ancak kuantum fiziği bu algıyı değiştirdi. Atom altına indiğimizde gördüğümüz titreşen enerjinin varlığı bize hastalıklara neyin sebep olduğunu bulmanın hastalığı tedavi etmekten daha önemli olduğunu gösterdi. Hastalıklara, beynimizden bedenimize giden olumsuz telkinler sebebiyle, enerjideki bozulma ve tıkanmalar olarak bakmanın vakti gelmedi mi sizce de? Ben bütünsel tıbbın gün geçtikçe daha çok değer kazanacağına inanıyorum.

Enerji merkezlerimiz olan çakralarımızın olduğu her bölümde hormon ve enzimler bulunur. Hangi enerji merkezimizde tıkanıklık varsa, o bölümdeki hormon ve enzimlerin salınımı bozulur ve hastalıklar tetiklenir. 

Holografik beyni de işin içine katarsak olay netleşir. Beynimiz inandığı ve odaklandığı şeyi gerçekleştirir.

Olumlu duygu durumuna girdiğimizde ve iyileşeceğimize inandığımızda hızla iyileşiriz. İyi niyet, minnettarlık, şükür halinde olan ve çevresine sevgi yayan insanların neden daha sağlıklı olduğuna şaşmamak gerek. Ne der Hz. Mevlânâ:

Kaderini sev..

Varsa kederini de sev...

Üzülme hastalıklarına,

Gör, hangi günahlarına kefaret olacak...

Terk edildin diye de üzülme,

Demek ki sevebilecek bir yüreğin var...

Geçmişi unut, hiç yaşanmamış gibi davran..

Buluttan nem kapma...

Döküver kirpiklerinden sonbaharı,

Bir gün ama bir gün MUTLU tebessümlerle kol kola gireceksin...

Koklayacaksın yağmur sonrası toprakları,

Yükleyeceksin ruhunu kelebek kanadına...

Uçacaksın semalara sevdiklerinle CAN...

Kim demiş ebemkuşağı yedi renk..?

Bakmakla görmek arasındaki farkı çözdüğünde..

Anlayacaksın ne demek istediğimi.....

Beynimiz topluluktaki sinyal molekülleri arasındaki diyalogları düzenleyerek hücrelerin davranışlarını yönetir. O halde hastalıklardan sorumlu olan hücrelerimiz mi, beynimiz mi? Her düşüncemiz elektriksel bir yol ile tüm bedenimizi kuşatır ve çevremizdeki insanları etkiler, çevremizdeki insanlardan yayılan frekanslar da bizi etkiler...İnsanlarla zaman geçirdiğimizde mutlu veya yorgun olmamız bu sebepledir. 

Beynimiz ve kalbimiz arasında uyum sağlamayı başardığımızda enerjimizi kontrol altına alır ve farkındalıklı hareket ederiz. Bedeni okumak da diyebilirsiniz bu duruma. 

Bu farkındalığa ulaşabilmek için iç dünyamıza yönelmeli, beynimizi ve kalbimizi gözlemleyerek aralarında senkronizasyon sağlamalıyız. Bu uyum oluştuğunda dengede ve merkezimizde kalmayı öğreniriz. Sessizce oturalım ve nefesimize odaklanarak beyin dalgalarımız yoluyla bedenimize yayılan elektriği gözlemleyelim ve bu elektriğin tüm bedenimize yayılışını izleyelim. Sakince kalalım, duygu ve düşüncelerin gelip geçmesine izin verelim, tutunmayalım sadece nefesimize odaklanarak beynimiz ile kalbimizi birleyelim. 

Tıpkı biz insanlar gibi hücrelerimiz de yaşadıkları yere göre şekillenir. Hücreye bilgi girişi hücre zarı yoluyla yapılır ve bedenimiz çevreden gelen sinyalleri davranışa dönüştürür Dr. Bruce Lipton "Bir hücre zarı yapısal ve işlevsel açıdan kesinlikle silikon bir çipin karşılığıdır"der. İnancın Biyolojisi kitabını okumanızı tavsiye ederim. Hücre zarı hücrenin beyni gibi çalışır ve bilgisayarlar gibi hücreler de programlanabilir. Dr. Bruce Lipton'ın dediği gibi; Genlerimizin kölesi değiliz ve kendi biyolojimizin sürücüleriyiz, genlerimiz kaderimiz değildir.

Sinirlerimiz elektromanyetik bir alan yaratır ve duygularımızla yakından ilişkilidir. Duygularımızın ötesine geçerek beynimiz ve kalbimiz arasında uyum sağlamayı başardığımızda sinirlerimiz sakinleşir dolayısıyla elektromanyetik alanımız değişir ve bu değişim bizi daha pozitif bir alana uyumlar...

Negatif düşünceler zehirlidir ve bizi yavaş yavaş öldürür. Bulunduğunuz ortamı, size gelen etkileri ve çevrenizde bulunan insanlarla olan etkileşiminizi gözlemleyin. Sizden yayılan ve size gelen etkiler negatif mi, pozitif mi? Eğer bulunduğunuz ortam negatif etkileşime sebep oluyorsa fiziksel ve ruhsal sağlığınızı korumanın tek bir yolu vardır; çevrenizde yaşanan olaylara gözlemci kalabilmek. Çevrenizdeki insanları değiştirmeye çalışmayın, olduğu gibi kabul edin ve onlarla olan etkileşiminizi minimumda tutarak kendinize özel zamanlar yaratın. Böylece yavaş yavaş kendinizi yeniden inşa edebilirsiniz; çölde açan bir çiçek gibi...Bir film izler gibi izleyin onları, duygusal etkileşime girmeden, taraf olmadan izleyin ve hayata gözlemci olmayı başarın. Sizin frekansınız yükseldikçe çevrenizdeki insanların da frekansını etkileyebilecek hale geleceksiniz. Birbirimizi yükselterek devam etmek zorundayız çünkü gerçekliği hep birlikte şekillendiriyoruz. Savaşlar ve negatif etkiler bitsin istiyorsak bu dünyayı paylaştığımız tüm insanların bizimle birlikte yükselişine katkı sağlamamız gerekiyor. Yaydığımız neşe, keyif, coşku ve sevgi dolu frekans bütüne büyük bir katkı sağlar. Ne düşündüğümüz ve ne hissettiğimiz frekansımızı dolayısıyla gerçekliği mizi şekillendirir.

Başkalarına değil kendimize odaklanalım ve pozitif frekans yaymaya devam edelim, dünyayı hep birlikte dönüştüreceğiz. Bedenimizdeki sınırsız potansiyelin farkında olalım. Başkalarının bize dayattığı yaşamların içinde kaybolmayalım, kendi istediğimiz şekilde yaşayalım. Mutlu, huzurlu, dingin, başarılı, sevgi dolu bir yaşamı seçerek yapabileceğimizin en iyisini yapmaya niyet edelim. Dış çevreden gelen uyaranların iç huzurumuzu bozmasına, bizi anlamsız kavgaların içine taşımasına izin vermeyelim. Bedenimizden yayılan frekans ile gerçekliğimizi şekillendirdiğimizi unutmayalım...











Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

5 Elemente Göre Kişilik Özellikleri

Mutluluk ve Kitabım

AN'da Yaşamak, Akışta Kalmak