Beş Hazret Mertebesi
Vahdet-i vücûd (varlık birliği) tezini savunan Muhyiddin İbnul-Arabî ve takipçilerine göre kâinat, Allah'ın isim ve sıfatlarının bir tezâhürüdür ve beş mertebede meydana gelmiştir. Toplam on sekiz, parça parça on sekiz bin olan âlem, bu beş mertebe içerisindedir. Bu mertebelere beş hazret mertebesi de denir:
1. Gaybi Mutlak( mutlak gizlilik) mertebesi: Allah'ın tam Kemal halinde olduğu mertebedir. Tasavvufta genel olarak bilinmeyen mânevi âleme lâhût âlemi; insanlarla ilgili madde âlemine de nâsût âlemi denir.
2. Ceberrut alemi: İlk tecelli, Ümmül Kitab mertebesinde toplu olan varlık bu alemde açılarak detaylanır. Aklı evvel, ilk cevher, Hakikati Muhammediye de denir.
3. Melekût Alemi: Misal alemi, vahidiyet, Sidretül Münteha da denilen alandır.
4. Mutlak Şuhud Mertebesi: Şahadet alemi, mülk alemi, yıldızlar alemi de denir.
Bu dört alemden her biri titreşerek yukarıdan aşağıya doğru bir alt alemi yaratır.
5. Kâmil İnsan Mertebesi: alemlerin özetidir. Allah'ın isim ve sıfatları kâinatta olduğu gibi Kâmil insanda da tecelli eder.
Tasavvufta insanın bu alemde tutunduğu şeyleri bırakarak zihnini arındırması ve temiz bir kalp ile Hakk'ın aynası olması hedeflenir. Amaç; kendi iç ışığımızı yakarak aydınlanmak ve aydınlık bir kalp ile çevremizi aydınlatabilmektir.
Allah sevgisi ile huzur bulmuş bir sufi; ilahi aşk ve güzel ahlak ile bezenmiş, ilim ve irfan ile donatılmıştır.
Kalem (akl-ı külli )
Levhi Mahfuz ( nefs-i külli)
Arş (tabiat-ı külliye)
Kürsi ( heyula, heba, madde-i külliye)
Sidretül Münteha (cism-i külliye)
Birçok insan yaşam amacını arıyor oysa hayatın kendisi yaşam amacımızdır. Bu hayatı kırıp dökmeden, dosdoğru bir yolda, adalet ve merhamet dolu bir vicdan ile neşe, keyif, coşku içinde yaşayabilmektir. Yaşadığımız bu hayatın bize verilen bir hediye olduğunu, düşündüğümüzden çok daha fazlası olduğumuzu anlamalıyız. Hayatımızın sorumluluğunu elimize almalıyız. Kendi seçimlerimizin sonucunu yaşadığımızı, geçmişte bu günü kendi irademizle şekillendirdiğimizi ve an içinde yaptığımız her seçimle geleceği yapılandırdığımızı kavramalıyız.
Bu sabah her zamanki gibi erkenden kalktım ve yürüyüşe çıktım. Yürürken rüzgar esmeye başladı, hafif hafif çiseledi ve gök yüzünde gök kuşağı belirdi. O an hissettiğim minnettarlık ve coşkuyu kelimelerle ifade etmem çok zor. Sabahın dinginliği ve sessizliği, mis gibi bir hava, kuşlar, kelebekler öyle coşturdu ki gönlümü kanatlandım adeta. Çiçekle, böcekle, rüzgârla, güneşle bir olduğumu hissettim ve sonsuz bir şükür duygusuyla doldu içim. Doğa ile birlikte akarken her şeyi kalbimle hisseder ve her şeyle kalbimle bağ kurarım. Zihnimin geçmişe veya geleceğe kaymasına, içinde bulunduğum huzur ve dinginlik halini bozmasına izin vermem.
Yürürken bitkin bir şekilde parkta oturan bir kadına rastladım, selam vermek istedim ancak gözlerini kaçırdı kaldıramayacağı kadar ağır bir sorunla yüzleşmeye çalıştığı belliydi, omuzları çökmüştü ve elleriyle midesini tutuyordu belli ki hazmedemediği bir şeyler vardı. O sırada aklıma Mevlana'nın;
"Şu uçan kuşlara bak!
Ne ekerler, ne biçerler.
Onların rızkını düşünen Allah
Seni mi ihmal edecek sanırsın?"
dizeleri geldi.
La Tahzen şiiri....
Der ki gönüller sultanı
Üzülme!
İnsanlar senin kalbini kırmışsa üzülme!
Rahman, “Ben kırık kalplerdeyim” buyurmadı mı?
O halde ne diye üzülürsün ey can?
Gündüz gibi ışıyıp durmak istiyorsan;
Gece gibi kapkaranlık nefsini yak!
“Derdim var” diyorsun;
Dert insanı Hak’ka götüren Burak’tır; sen bunu bilmiyorsun.
Sanma ki dert sadece sende var.
Şunu bil ki; sendeki derdi nimet sayanlar da var.
Umudunu yıkma; Yusuf’u hatırla.
Dert nerede ise deva oraya gider.
Yoksulluk nerede ise nimet oraya gider.
Soru nerede ise cevap oraya verilir.
Gemi nerede ise su oradadır.
Suyu ara, susuzluğu elde et de sular alttan da yerden de fışkırmaya başlasın.
Dünya malı Allah’ın tebessümüdür:
Ona bak ama sarhoş olma.
Lâ tahzen! (Üzülme!)
Irmağa deniz, denize okyanus sığmaz.
“Aşık” olmayana anlatsan da “Ben” “Sen” anlamaz.
Hakka ulaşmak için yoldur desen kimse inanmaz…
Gönlünde zerre-i miskal Şems olmayan;
Yanmaz, yanamaz.
Ayağın kırıldı diye üzülme!
Allah senden aldığı ayak yerine belki sana kanat verecek.
Kuyu dibinde kaldın diye üzülme!
Yusuf kuyudan çıktı da Mısır’a sultan oldu, unutma!
İstediğin bir şey olursa bir Hayr,
Olmazsa bin hayr ara…
Geçmiş ve gelecek insana göredir.
Yoksa hakikat âlemi birdir.
Bu âlem bir rüyadır.
Zanna kapılma ey can!
Rüyada elin kesilse de korkma, elin yerindedir.
Dünya bir rüya ise, başına gelen felaketler de geçicidir.
Neden çok üzülürsün ki?
Herşey üstüne gelip seni dayanamayacağın bir noktaya getirdiğinde sakın vaz geçme:
Çünkü orası gidişatın değişeceği yerdir.
Bu âlemin, bu kâinatın kitabı sensin:
Aç da kendini oku ey can!
Kâinatın en uzak köşesi, senin içinde ufak bir nokta…
Ama sen bunun farkında bile değilsin.
Derdin ne olursa olsun korkma!
Yeter ki umudun Allah olsun.
Herkes bir şeye güvenirken;
Senin güvencen de Allah olsun.
Hiçbir günah, Allah’ın yüce merhametinden büyük değildir ama;
Sen yine de günah işlememeye bak!
Lâ tahzen! (Üzülme!)
Derdin ne olursa olsun bir abdest al, nefes gibi…
Ve bir seccade ser odanın bir köşesine, otur ve ağla,
Dilersen hiç konuşma…
O seni ve dertlerini senden daha iyi biliyor unutma.
Dua ederken O’na kırık bir gönülle el kaldır.
Çünkü Allah’ın merhamet ve ihsanı, gönlü kırık kişiye doğru uçar.
Sopayla kilime vuranın gayesi, kilimi dövmek değil, tozu kovmaktır.
Allah tozunu alıyor diye, niye kederlenirsin, Ey can?
Lâ tahzen! (Üzülme!)
Bir şey olmuyorsa:
Ya daha iyisi olacağı için,
Ya da gerçekten olmaması gerektiği için olmuyordur.
Şu uçan kuşlara bak!
Ne ekerler, ne biçerler.
Onların rızkını düşünen Allah
Seni mi ihmal edecek sanırsın?
Yeter ki sen istemeyi bil.
Belalar sağanak yağmurlar gibi yağar.
Ancak başını ona tutabilenler aşk kaydına geçerler.
Belâ yolunda muayyen bir menzildir âşık.
Her nereden gam kervanı gelse de.
Aşk derdinde olan kişi;
Baş derdinde değildir…
Yapılma, yıkılmadadır;
Topluluk, dağınıklıkta;
Düzeltme, kırılmada;
Murat, muratsızlıktadır;
Varlık, yoklukta gizlidir…
Ne kötüdür insanın aklıyla yüreği arasında çaresiz kalması.
Ne kötüdür zamanın bir an kadar yakın,
Bir asır kadar uzak olması.
Ve bilir misin?
Ne acıdır insanın bildiğini anlatamaması.
“Ben”, deyip susması…
“Sen”. deyip ağlamaklı olması…
Eğer sen Hak yolunda yürürsen, senin yolunu açar, kolaylaştırırlar.
Eğer Hakk’ın varlığında yok olursan, seni gerçek varlığa döndürürler.
Benlikten kurtulursan o kadar büyürsün ki âleme sığmazsın.
İşte o zaman seni sana, sensiz gösterirler.
Sevginin diğer bir adı da sabırdır:
Açlığa sabredersin adı “oruç” olur.
Acıya sabredersin adı “metanet” olur.
İnsanlara sabredersin adı “hoşgörü” olur.
Dileğe sabredersin adı “dua” olur.
Duygulara sabredersin adı “gözyaşı” olur.
Özleme sabredersin adı “hasret” olur.
Sevgiye sabredersin adı “Aşk” olur…
Ne istersem ben Mevlâ’dan isterim.
Verirse yüceliğidir, vermezse imtihanımdır.
Allah’tan bir şey istersen:
Kapı açılır, sen yeter ki vurmayı bil.
Ne Zaman dersen bilemem ama,
Açılmaz diye umutsuz olma,
Yeter ki o kapıda durmayı bil.
Kuran'ı Kerim'in ilk ayeti "oku"dur. Okumamız gereken vicdan kitabımızdır. İçimizdeki çocuğun sesini duyabiliyor bir çocuk saflığı ile varolabiliyor muyuz? Dinginlik ve huzur halinde kalabiliyor muyuz? Yüreğimizin sesini dinleyerek neşe, keyif, coşku içinde yaşayabiliyor muyuz? Hayatımızın kahramanı biz miyiz yoksa başkalarının bizden rol çalmasına izin mi veriyoruz? Kendi istediğimiz hayatı mı yaşıyoruz yoksa bize diretilen hayatların içinde kaybolup gidiyor muyuz? Biz kimiz ve öz varlığımız ile ne kadar bağlantı halindeyiz?
Zihnimiz hiç bir şeye odaklanmadan seyirde kaldığında gözlemci konumuna geçer ancak herhangi bir uyarana odaklandığı, gelen bir etkiye tepki verdiği anda tavşan deliğinden aşağı kayar. O halde sakıncalı olan zihnin durması, belli bir alana odaklanarak orada kalmasıdır. Zihin tavşan deliğinden kayıp illüzyonlarla dolu bir dünyaya daldığında; güneşin doğuşunu, batışını, açan çiçekleri, uçan kelebekleri ve kuşları kaçırır ve dış sesleri duyamaz hale gelir. Her sese anında yanıt verebilen, kalbinin fısıldadıklarını duyabilen, eşzamanlılıkları farkeden ve takılıp kalmayan bir zihin BİLGEdir.
Ünlü filozof Heraklitos "Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir" diyerek değişimin evrende kaçınılmaz olduğunu ifade eder ve ekler;
"Aynı nehirde iki defa yıkanılmaz."
Değişip dönüşerek ilerliyor ve bir halden başka bir hale geçerek tekamül ediyoruz. Tırtıl her şey bitti derken kelebek kanat çırpmaya başlar.
Hayat kendimizi keşfetmek ve kim olduğumuzu bulmak için çıktığımız bir yolculuktur ve kendimizi kıyaslamamız gereken tek kişi geçmişteki kendimizdir.
"Birbirimizi rastgele seçmiyoruz. Sadece bilinçaltımızda zaten var olanlarla tanışıyoruz" der Sigmund Freud.
Hayatımız büyük bir PUZZLEdır ve tek yapmamız gereken parçaları birleştirerek büyük resmi ortaya çıkarmaktır. Bunu başarabilmek için geçmişin tutsaklığından kurtulmalı ve büyük resmi görmeye çalışmalıyız. Özgürlük her şeyle bir ve bütün olduğumuzu anladığımızda gelir. İhtiyacımız olan her şeye sahibiz, tek yapmamız gereken kendi hikayemize odaklanmak ve PUZZLEı tamamlamak...
Kendi hikayemize odaklanabilmek için kendi hayatımızı yaşamalıyız. Hayatı sevgiyle kucaklayabiliyor muyuz? Hikayemizin kahramanı kim? En önemlisi biz kimiz?
Hayatı neşe, keyif, coşku içinde, olana rıza gösterek ve her şeyin olması gerektiği için olduğunu bilerek, kabul ederek, akışa ayak uydurarak yaşayabiliyor muyuz? Değişip dönüşerek kendimizden yeni bir ben yaratmaya ne kadar gönüllüyüz?
🙏🌿🌿🌿
YanıtlaSil🙏🕊️
YanıtlaSil